MATRİX

05 Ocak 2014
0 yorum
Gözyaşlarını silen yaşlı amcaya takıldı gözlerim. Bir yandan Matrix'in içinde metroya doğru yürüyüyordum. Sırtımda bilgisayarım.. İçinde kitabım, defterim, leblebim ve Cevat Kelle gibi her şeyin olduğu postacı çantam. Ayağımda spor ayakkabılarım. Onun yanında oturan bir kadın girdi yaşlı amcanın alanına. Sessiz sessiz kulaklığını taktığı telefonla konuşuyordu...... Bir sürü düşünce zihnimde.....

Yürümeye devam ettim. Metroya girdiğimde sabahın 7'sinde insanların yola çıkmamış olacaklarını nasıl düşünebildiğimi sordum kendime. "Kızım" dedim. "Burayı Denizli mi sandın?" Öyle ya artık İstanbul'da yaşıyordum.

Birinci yürüyen merdivenlerden aşağı doğru inerken sol tarafımdaki gencin şortu takıldı, sonra kısa kollu tişörtü. Bi kendime baktım; uzun kollu gömlek, üstüne ceket. "Oldu canım, atkıyla bereyi unutmuşsun Betül" dedim kendi kendime. Sonra gencin kıllı bacaklarına takıldı gözlerim. Yazın yaptığım bir canlı deneme  çalışmam geldi aklıma. Pis pis sırıttım....

Tüm bunları düşünürken metroya inmişim. Ucu ucuna kaçırdım metroyu. Neyse, hemen 2 dakika sonra diğeri geldi. Tek dileğim o an; metroda oturacak 5 santimetrelik bir yer... ama nerdeeeee, ayaktaydım işte! Metroya bindim ama henüz bir adımlık içerdeyim! Kapıyla bir bütün yolculuk başladı. Birlik bilinci diye için için güldüm..."Deli misin kızım sen ya" derken etrafın benden bi haber Matrix'de olduğunu görmek "Ohhhh ya, sen kafana göre takıl Betül" dedirttirdi bana.

Acıbadem, Göztepe, Yenisahra (hangisi önceydi?... ayyy bilmiyorum şimdi) ..... Veee Ünalan...Baraj kapakları açıldı sanki.. Sanki metro bir baraj, insanlarda su.. Taşkın olmuş, kapaklar açılmış gibi. Allaaaaam onlarca insan aynı yöne doğru yürüyorduk! Tam Matrix'deki gibi. Matrix'in içinde yürürken bi yandan da Matrix filmini bi daha izleyeyim diye düşündüm. Bi yandan kuantum eğitimim için aklıma onlarca şey geldi... Allahhııım hemen yazmalıyım onları.... Oturacak bi koltuk bulmak acilleşiyor gitgide...

Hızlı hızlı yürüyen insanların içinde o akışla ilerlerken "her şey bir oyun mu acaba, şimdi Hero çıkıp gelecek, herkes donup kalacak mı?"  Sonra "Şıııışşşt" dedim tırsmış bi halde. Bi bakmışsın Hero karşında ödün bi yerlere karışmasın sonra... Ayyyy gülüyorum Ünalan'dan metrobüse doğru yürüyen merdivenlerde.

Deli miyim neyim yaaaa.. Çatlak Profesör!  Millet işe gitcem diye resmen maratonda. Bende sanki eğlenceye gidiyormuşum gibi. Kendi kendime eğleniyorum. Onca robotik insanın içinde... Kendi kendime gülüyorum. Valla delileri anlıyorum. Hep sormuşumdur kendime:" Deliler mi deli? yoksa biz mi?" Ya da şöyle değiştirelim :" Deli dediğimiz insanlar mı deli, yoksa biz akıllı sandığımız insanlar mı?"

Hahh, işte artık metrobüse giriş turnikelerindeyim. Tam köşede sabah simitçisi var. Kahvaltı yaptım ama sıcacık simitileri görünce canım çekti, alıverdim bi tane. Kampüste kedilerle paylaştığım simidimle ilerlerken turnikelereden gelen ses beynimi tırmaladı. Dııığğğğt, dıığt, dııığt, dııığt..... Kartımı bastım ohhhh şimdi yeni bir macera başlıyor!

Merdivenlereden çıktığımda panayır ya da bayram yerine mi geldim oldum bi anda. Onlarca insan metrobüs bekliyor. Ayyyy şimdi ne geldi aklıma karadenizlilerin horon tepişi... aynen o vaziyetteyiz. kimseye deymeyeyim diye nerdeyse 2 beden küçüllmüş hissettim kendimi... "Vayyy acaba kilo vermek isteyenlere böyle bir çalışmamı yaptırsam" dedim.. yaratıcılık düğmem açılıverdi bi anda yine ... Neler neler döküldü ortaya.... Hemen defter çıktı, ama daha metrobüse binememiştim ki....

Kasım 2013, İstanbul


Devamı »

AH LEO'M

11 Aralık 2013
0 yorum
Yazmamak için çok direndim. Sanki yazarsam acım daha da dayanılmaz hal alacakmış gibi. Öylece oturuyorum, gözyaşlarım durmuyor, onlara da engel olamıyorum. İçim acıyor, yanıyor adeta. Kalbimde bir açık yara var gibi, tuz basılıyor sanki… İçim acıyor.. Canım oğlum Leo’m.. Daha bir yaşını doldurmadın sen.. Ne bu acelen? Niye bu acelen?



Sımsıkı kapamışsın gözlerini, öyle böyle değil…. Ah Leo’m niye, neden bu acelen… Artık seni yuvalandırmaktan da vazgeçmiştim, 4 tane yerine 5 kedi, olsun du… Kardeşini yuvalandırdıktan sonra çok üzülmüştüm ama bu mutlulukla gelen başka bi şeydi… Güzel bir üzüntüydü o… Ah Leo’m.. Ya bu ne? Ah Leo’m niye bu acelen? Neden?

Offfff, evet yazmayayım, içim acıyor Leo’m, içim yanıyor cayır cayır….

Nar, Leo’nun annesi. Bilseydi, bu kadar rahat salına salına dolanır mıydı ortalarda. Hayata nasıl bir izin veriş bu! Doğmak ve ölmek aynı. Hayat devam ediyor. Bu Onun hayatı.. Ne güzel bir izin veriş. O gitmek istedi ve gitti. Bu kadar… Hayata izin vermek… Bu kediler bilge mi?

9 Aralık 2013… Yoksun… Artık yoksun… Yoksa şimdi mi varsın? Peki ya nerdesin?

Hayat doğum ve yaşam döngüsünde bir oyun sahnesi… güneş doğuyor ve batıyor… doğuyoruz….. ve ölüyoruz.. Bugün şu an varız bir saniye sonra belki de yokuz burda!
Yeşil cekete sarıp götürdüm seni veterinere… Ve sonra da bir kenara koydum o yeşil ceketi. İyileştiğinde yeniden sarıp sarmalayacaktım seni.. Üşümeyesin diye.. Oysa ki şimdi bir çınar ağacının altında karlar var üstünde…………………..

Ne soğuk bir gece.. Rüzgarda var üstelik… Bir çınar ağacının altındasın... Son toprağı üstüne serptikten sonra başladı kar… Sanki o güzelim bembeyaz tüylerin yağıyordu gökten, sardı beni sımsıcak kar taneleri şeklinde…


Sen gittin! Nerdesin? Rüyama gir bu gece.. Sarılayım sana… Ürkekçe miyavla.. Kocaman bembeyaz kuyruğunu seveyim usulca, korkutmadan seni. Nolur rüyama gel bu gece. Bi sarılayım sana. Bu soğukta sokağa, toprağa nasıl bırakırım seni, üşürsün annem. Üşüme, hadi dön geri.. Ya da nolur rüyama gel bu gece….

Sonsuz sevgi sarsın insanlığı ve tüm canlıları…

Seni özleyen Betül…. Seni özleyen İlkin Deniz....
Devamı »

GIRGIR

19 Kasım 2013
0 yorum
Her evin en az bir kedisi olmalı! Kedilerle yaşamaya başlamadan önce bilmezdim her birinin ayrı karakterleri olduğunu.. Ve her birinden ne çok şeyin öğrenildiğini.. Kediydiler nihayetinde.. Bilmiyordum kiminin muz, kiminin karpuz, kiminin de marul sevdiğini.. Bilmiyordum nankörlükle etiketlendirildikleri şeyin kendileri gibi olmak olduğunu... Bana çok şey öğretiyorlar...

Gırgır.. 11 Mart 2013 yeniayında doğdu diğer 3 kardeşiyle beraber. Cin gibiydi en başından beri.. Annesinin tüm memelerinden aynı anda emecek zannederdim! Korkusuz, haylaz, meraklı, mutlu, dost, oyuncu... bir tek cırmık olayını yaşamadaık, ne kadar sıkıştırırsak sıkıştıralım tek yaptığı; artan dozda gırgır sesiydi... gırr, gıırrr, gıııırrrrrrr, GIIIIIIIRRRRRRR..... Hani kedileri sevince, mutlu olduklarında çıkardıkları o gırrrrgır sesini Gırgır dokunmadan sürekli olarak çıkarırdı! O her daim gırlayan bir kedi... Yanınızda olması yeter, ayaklarınıza sürnürken, hatta çorabınızın üstünden başparmağınızla oynayan Gırgır. Bir dakika bile oturmadan sürekli bir ordan bir oraya gırgır dolaşır durur... Azııcık kızınca da sadece yüzüne bakmanız yeterli, usulca yere yatıverir, gözlerinizin içine safça bakardı. Otururdu oturmasına amma daha arkanıza döndüğünüzde anda da yine başlardı kaldığı yerden haylazlığa...




Çok özliycem seni canım oğlum. Evde pıt pıt ayak seslerini, gırgırlarını, her şeye maydanoz oluşunu, saç tokasıyla olimpiyat oyunlarını..

Hep gönlümün bir köşesinde olacaksın!
Yeni yuvanda çok mutlu ol, çok sevil! Dünyanın en rahat ve huzurlu kedilerinden ol!
                                                                                                                   Seni Özleyen

Devamı »

ACIYANIN TESELLİSİ

14 Kasım 2013
0 yorum
Olana olduğu haliyle izin vermek... Değiştirmeye çalışmadan sadece gözlemek... Kolay mı bu? Değil, hem de hiç değil.. Hele değiştirmeye çalışmadan öylece bakmak… İçi acıyor insanın.. Hem de açık yaraya tuz basmış gibi… Cayır cayır…

Hayata izin verdiğimizi zannederiz, lafta.. Çok isteriz, hem de çok! Ama bağlar vardır, belki de bağımlılıklar.. kızgınlıklar…. korkular… yalnızlık… haklı olma isteği… bende “VARIM”ın sessiz sesi…. Belki de yaşanmamışlıklar... İnsan yaşayamadıkları için mi üzülür yoksa yaşadıkları için mi bu hayatta?

Ya nasıl yaşayacağını bil(e)memek… Derin mevzu, şimdi girmeyelim oraya!

İnsanoğlunun acımayan tarafı teselli eder acıyan yanını.. El yordamıyla! Biraz taraflı, biraz yargılarcasına, biraz koruyan şefkatli bir el gibi! Öyle ya diğer yarısıdır acıyan, dayanamaz… Üzülür diğer yanına! Çaresiz bekler, neyi beklediğini bilmeden… Öylece!

"İnsanlar" der diğer yanı, "Onlar benim canımı yaktılar", "Onlar şöyle yaptılar", "Onlar böyle dediler", "Bana bunu yaptırtmadılar" …. Teselli eden yanı bilir ve der ki acıyan yanına:

“Sen insanları değiştiremezsin!”

“Bana ne!!!” der acıyan yanı, değişssin! “O” değişsin… Cevap verir teselli eden tarafı:

“Yaşamın akışı budur.

Bırak kendini…

O anda kiminle akman gerekiyorsa

Evren sana onu getirsin !! (Panayot Edwart Yorgiadis)”

Kızgındır, kırgındır, isyanlardadır acıyan yanı…. Teselli eden son sözünü söyler beklentisizce (çünkü bilir insanları değiştiremeyeceğini)

“Eğer hala KIZIYORSAN, kendin ile olan kavgan bitmemiş demektir.

Eğer hala KIRILIYORSAN, gönül evinin tuğlaları pekişmemiş demektir.

Eğer hala KINIYORSAN, düşüncelerin yeterince berraklaşmamış demektir.

Eğer hala KARŞILIKSIZ SEVMİYOR ve SEVGİNDE AYRIM YAPIYORSAN,

hala akıl ve mantığını kullanıyor, içindeki sevginin boyutlanmasına engel oluyorsun demektir.

Eğer hala " BEN " demekten vazgeçmiyorsan, dizginlerin hala nefsinin elinde ve sen bu esarete boyun eğiyorsun demektir.

ve

EĞER HALA " ŞİKAYET " EDİYORSAN, HAKİKATİ GÖREMİYORSUN DEMEKTİR! Şems-i Tebrizi”

Devamı »

TEMİZLİK

0 yorum


Temizlik yaptım bugün...
Hem de tüm benliğimde.
Bütün kaslarımı,sinirlerimi, kemiklerimi hatta kanımı bile temizledim.
Kırgınlıklarımı dışarı çıkardım ilk önce...
Görmenizi isterdim.
Nasıl da çok yer kaplıyorlarmış inanmazsınız.
Bağışlamayı yerleştirdim yerine özenle.
Titizlikle her birinin üstüne ektim tohumlarını.
Her yere, görebildiğim göremediğim her yere serptim.
Atarken kırgınlıklarımı bakmadım neydi onlar diye.
Gelecek geçmişten çok daha fazla yaşanası.
Bakmadım, merak da etmedim.
Bağışlamayı ekerken tekrar kırılmaktan korkuyordum belki.
Kıskançlığımı çıkardım.



Meğer ben ne az kıskançmışım.
Çok kolay oldu. Sevindim.
Sanki kaybedilmiş bir eşyamı bulmuş gibi oldum.
Çok şükür ki kin ve nefret yoktu yüreğimde.
Nasıl temizlerdim hiç bilmiyorum.
Sıra korkularıma gelmişti.
Çıkarmaya bile korktum önce.
Ne de çok alışmışım onlarla yaşamaya.
Bunca acı ve endişeye nasıl alışılır, içten içe bir sevgi nasıl duyulur
anlayamadım.
Yerini toprağını sevmiş mor birer menekşeydiler.
E... ne de olsa iyi bakmıştım onlara.
Her gün yeni yeni korkular ekleyip, endişelerimle sulamıştım.
Mutluluklarımı, ümitlerimi ne de çok ihmal ettiğimi anladım o an.
Bu ilgiyi onlara verseydim, her gün onları düşünüp birer umut daha ekseydim,
almadan verip beklemeden sevseydim.
Her şeyden önce içimdeki gücün ve sevginin daha fazla farkında olsaydım
böyle bahar temizliklerine ihtiyacım kalmazdı.
Çok zorlandım korkularımla.
Birbirlerinin içine halkalar misali girmişlerdi.
Kenetlenmişlerdi adeta.
Ama onları da sevgiyle çıkardım.
Ve onları yaşamış olmaktan
hem de bir zamanlar bir kabus gibi yaşamış olmaktan pişmanlık duymadan çıkardım. .
Kızsaydım, onlara bağırıp çağırsaydım yine dönüp dolaşıp geleceklerini biliyordum.
Temizlik yaptım bugün. .
Bahar temizliği.
Neşe ektim, hoşgörü, güven, sevgi ektim. .
Almadan vermeyi, sevilmeden de sevmeyi, paylaşmayı ektim.
Korkusuzlukları ektim alabildiğine...
Saatlerce ektim korkusuzluğu...
Mutluluk ektim. Doğallık... Sonsuzluk...
Bağışlama... ektim.
Sevgi ektim her hücreme.
Coşku, heyecan, sessizlik ektim.
Tüm güzel fikirler sessizken geliyor bana...
Kabullenme ektim.
Baş eğme değil.
Olduğu gibi kabullenme ...

Edward Morrıson
Devamı »

BENDEN BANA MEKTUP (1)

29 Ağustos 2013
0 yorum

BU BUDUR!

Ayağımı Frenden Çekiyorum.



Şu an hayatıma, çevreme bakıyorum ve biliyorum ki bunların hepsini BEN kendime çektim.

Hayatımdaki iyi veya kötü her şeyin, hayatıma girmesine ben izin verdim. Aynı şekilde, hayatıma iyi veya kötü pek çok şeyin girmesini de ben reddettim ve gelmelerine izin vermedim.

Hayatımdaki iyilik ve güzellikleri teşekkür hissi ile kabul ediyorum. Kötülük ve çirkinlikleri ise hayatıma çekmeye gücüm olduğu gibi, hayatımdan çıkartmaya da gücüm olduğunu biliyorum.

Hayatımın kontrolü nefsimde değil bende. Evet, şimdiye kadar ona vermiştim kontrolü, o da bana çeşitli kötülük ve çirkinlikleri çekmişti.

Ama artık, direksiyonu ben elime almaya karar verdim. Artık arabanın nereye gideceğine ben karar vereceğim ve direksiyonu elimden bırakmayı reddediyorum.

Çünkü bu BENİM hayatım, yaşayan da benim. Biliyorum ki, OLMAK, sahip olmak ve yapmaktan önce geliyor. Bende burada ve şu an, hayatının direksiyonu elinde ve istediği yönde giden bir kişi OLMAYA karar veriyorum.

Hayatımda iyi ve güzel şeyler görmek istiyorum.
Hayatıma iyi ve güzel şeylerin girmesini istiyor ve izin veriyorum.
Ben iyilik ve güzellikler yaşayan bir insan OLMAYA layığım.
Ben iyi ve güzel şeylere SAHİP OLMAYA layığım.
Ben iyi ve güzel şeyler YAPMAYA layığım.

Bugün ayağımı frenden çekiyorum. Ve bunları güzel bir kabul edişle, teşekkürle kabul ediyorum.

Benim hayatım işte bu.

Çünkü seçim benim elimde, ve ben de bunları seçiyorum.


Bu budur.

Not: Bu yazıyı 2 sene öncesinde bir defterime yazmışım. Alıntı mı yoksa ben mi yazdım hatırlamıyorum. Alıntı ise kim olduğunu bilmesem de duygularıma ve bana tercüman olduğu için yazıyı yazana teşekkür ederim. 
Devamı »

SEVMİYORDUM...

13 Ağustos 2013
0 yorum
Sevmiyordum.... hayır aslında neyi sevip sevmeyeceğimi bilmiyordum. Hiç sorgulamamıştım ki hayatı, yaptıklarımı. Öyle gelmiş öyle giderdi hayat! Öylesine....


Hiç mi fark etmemiştim? Hiç mi sorgulamamışım. Belli belirsiz bir isyanla ….. 1999 yılından sonra….
1999 yılı…. Hayatımın dönüm noktalarından biri! Belki de en büyüğü…. Büyük bir dönüm noktası… Neyse buraya dalmamayım! Derin…. Çok derin…. Bende kalsın….

Bir istasyon belirdi içimde 1999 yılının serin bir yaz akşamında… Belki de yıllarca biriktirdiğim ama biriktirdiğimin farkında bile olmadan biriktirdiğim ordan oraya….

1999…. 17 Ağustos 1999 depremi önce benim hayatıma vurdu!............................................................... 

Derin, dedim, bende kalsın dedim ama yine oraya döndüm. Kalemim dinlemiyor, benden ayrı bambaşka bir alemden çıkıp gelen başka bir ben yazıyor sanki. Ama……. Dur….. şimdi değil! Belki sonra! Depremimi yazmaya başlarsam darmadağın olmuş hayatımı….. Paylaşmaya daha hazır değilim!

Hadi istasyona dönelim… Hani şu içi huzursuz ama ne yapacağını bilmeyen. Ordan oraya savrulan. Hiç sorgulamayan. Çok enteresan geliyro şimdi bunlar. Yavan, tatsız, heyecansız…. Ot gibi yaşamışım!

Her gecenin sabahında off yine bir gün diyerek uyanmak, gergin, endişeli, şaşkın ama bir o kadarda bilmiş ve alışmış! Seçeneğin ve seçimin kelime anlamını bilmeden adeta. Seçimsiz ve seçeneksiz geçen hayatlar…
.
1999 depremimnden sonra sorgulamalarım başladı! Belki de ortaya çıkmaya başladılar. Evet bud aha doğru oldu. “Niye ben?” dedim önce… Niye aksilikler hep beni buluyordu! Yağmur bulutlarının sadece benim tepemde dolaştıklarına da inanıyordum. Gerçekten de üst üste geliyordu tüm aksilikler. Biri bitmeden biri yanan sigara gibi. Dumanı ciğerimde noktalar bırakan delgeçler gibi aksilikler….

Başkalarının hazırlamış olduğu notlarla hayatı geçmeye çalışmışım!

Niye? , niye?, neden ben?,…… diye bağrınıp dururken ortalıkta, bu notları sadece ezberlediğimi ve aslında hiç anlamadığımı uzunca bir sure fark edememişim.

“Yalan olduğunu bilsen dahi inanacaksın insan oğluna, 
yani dinleyeceksin onu, 
niçin yalan söylediğini anlamaya çalışacaksın. 
Bazen yalan, insanın özünü gerçeklerden daha çok açığa vurur.” Maksim Gorki





Devamı »

NERDEYSE ŞOFÖR MAHALLİNE GEÇİCEM!

12 Ağustos 2013
0 yorum
Sakarya taraflarındayız. Otobüsün uğultusu, yolcuların ara ara telefon konuşmaları… İçimden bağıra bağıra şarkı söylemek geliyor. Zor tutuyorum kendimi! Nerdeyse şoför mahalline geçeceğim! Hani muavinin anons ettiği mikrofon var ya, alıp elime başlıycam şarkı söylemeye.....  Neyse ki yanımda kitabım var!
Keyifli şey şu yolculuk…. Bugün dolunay… Neyi bırakmak istersek niyet etmek gerekirmiş dolunaylarda. Neleri bırakmak istiyorum acaba? Neleri hayatımdan çıkarmak istiyorum? Tıklım tıkış bir erzak dolabı geldi gözümün önüne niyeyse… Kiminin ağzı açık, kiminin kapalı pirinçler, bulgurlar, makarnalar, ….. bi sürü şey… İç içe, üst üste geçmiş. Hıııımmmm, burden neleri elerdim? Önce bakardım tarihlerine. Kullanım tarihleri geçmiş neler varsa ayıklardım.

Peki! O zaman şöyle sorayım. Şu an benim hayatımda tarihleri geçmiş neler var? Bayatladıkları halde hala tuttuklarım? Ya da bayatlamamış olsalarda bayatların arasında farkında bile olmadıklarım? Durdum kaldım yine! Hiç bir şey aklıma gelmiyor (yalan!). Kafamı kaldırıp pencereden dışarı baktığımda otobüsün hızla geçtiği yerlerin saniyelik görüntülerini görüyorum…. Karanlık çökmüş…. Diğer şeritten geçen arabaların farları…. Dağlarda minik yıldızlar gibi duran evlerin ışıkları.. küme küme.. Camdan yansıyan görüntümü fark ediyorum! “Ne bırakmak İstiyorsun?” sorusuna kelimeler bulamayan Betül’ü…Madem bu soruya cevabım yok. Önce şunu mu sormalıyım acaba? Hayatıma neleri almak istiyorum? Hayatımda neleri istiyorum?

İlk aklıma gelen: Çocuk olmak! Çocuk gibi…. Olduğu gibi, bir sonraki anı düşünmeden, sadece anda, minicik şeylerden mutlu, minicik şeylerde ağlayan…… İçim ısındı! Çocuk olmak.. Özgürce ve eğlenceyle yaşamak… Peki o zaman esas soruya dönelim! Özgür ve eğlenceyle yaşamak için şu an hayatımdan neleri çıkarmalıyım? Yani özgürlüğümü elimden aldığını düşündüğüm neler var?.............................................. kurallar…. Kısıtlar……….

Ohhhhh…… nihayet bi şey çıktı! Kurallar! Nasıl kurallar? Hangi kurallar? Sınırlar? Neler sınırlıyor ki beni? Seni… bizi…. Onları………

Sorular peş peşe gelmeye başladı, dolu yağıyor zihnime!

Ve karar veriyorum o an! Hayatımı sislerin içinde yaşamama neden olan düşüncelerimi serbest bırakıyorum!
Kendimi görünmez parmaklıklarla hapsetmeme neden olan sınırlarımı kaldırıyorum!

………………………. Bırakıyorum!
………………………. Bırakıyorum!
……………………….. Bırakıyorum!


Özgürlüğü seçiyorum!
Devamı »

KAFATASIN KADARSIN!

0 yorum
KAFATASIN KADARSIN! 

“Kafatasının içindeki dünyan kadarsın” sesiyle gözlerimi açtığımda etrafını saran onlarca sineği daha önce nasıl fark edememiş olduğuma şaşırdım! Onlarca sinek, büyüklü küçüklü, renkli, kocaman gözlü, küçük kanatlı, şeffaf ve  hatta simsiyah…. Fark edebildiğmi özellikler dışında kimbilir daha başka özellikleri vardı bu sineklerin… İlginç olan bu sineklerin hiç sesleri yoktu! Sessizlerdi, hem de çok sessizlerdi.. elbet nasıl fark edebilirdim ki… Arada bacaklarımda, kollarımda kaşıntıyla beraber şişlikleri görür… bi kaç sinekti der geçerdim.. onlarca hatta belki de yüzlerce sinek! Şimdi gözlerimi açtığımda bunca sineğin içinde yıllarca nasıl yaşadığıma inanmıyordum!

“Kafatasının içindeki dünyan kadarsın!” da ne bu arada diye düşündüm, düşüncelerim beni  sineklerden alıp bu cümleye ışık hızıyla götürürken havanın boğucu sıcağını ve yapış yapış terlemiş olduğumu hissettim. Dışardan gelen sesler kalabalık insan sesleriydi! O sırada yıllar öncesinde gördüğüm bir rüya geldi aklına; rüyasında tüm vücudunun böceklerin sardığını görmüştüm….. bir sürü düşünce gelip gitmeye, ordan oraya yakar top oynamaya başlamışlardı!

Kafası karışmış vaziyette sinekler ve kafatasının içindeki dünyan kadarsın arasında gidip gelirken yorulduğumu fark ettim. Arkadan başka bir ses yükselmeye başladı. Bi an her şeyi bi kenara bırakıp pür dikkat dinlemeye başladım bu sesi! Çünkü bu her okuduğumda, her duyduğumda mest olduğum tanıdık bir şeydi bu sesin söyledikleri:

"Yaşamak şakaya gelmez
Büyük bir cidddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi mesela
Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak
Yaşamayı ciddiye alacaksın
Yani o derecede, öylesine ki
Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda
Yahut, kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda
İnsanlar için ölebileceksin
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiçkimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel
En gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde..
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı
Yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için…........" Nazim Hikmet

Bir sürü düşünce arasında sinekler, kafatası ve yaşamaya dair bir şiir üçlemesinde bir oraya bir buraya gidip gelirken ne anlamları olduğunu da düşünmeye başladım! Hadi bakalım kolay gelsin bana… Hayat bana zor şimdi!

Kafatasındaki dünyaya baktım önce! Acaba onlarca (yüzlerce) sinek ordan mı çıkmıştı! Peki bu sinekler niye orda yaşamışlardı yıllarca? Niye onları fark etmemiştim? Nasıl olmuştu da hepsi kafatasımın içine sığmışlardı? Neydi bu sinekler yaaaaa! Sinirlenmeye başladığımda yaşamak dedi içimden ince bi ses! “Sen bunlarla yaşarken sana etkileri olmadıklarını mı düşünüyorsun?” Eveeeet… Güzel soru… Öyle mi????? Ne? Noldu şimdi? Tepinmeye başladım yerimde! Burnumdan soluyordum…. Deli deli ordan oraya dolaşırken…
Gidip bi bardak su içeyim şimdi bunun üstüne dedim kendi kendime biraz sakinleşmek için! Su içerken suyun boğazımdan geçişini duyumsadım, ne güzel aktı… Bu beni biraz rahatlattı. Rahatlattı rahatlatmasına da…. Ahhh o soru vary a o soru, yeniden canlanıverdi karşımda! “Sen Ne İstiyorsun Betül?”  Eyvah dedim ve güzel güzel içtiğim su boğazıma takılıverdi….. nerdeyse bi düğüm! Oldu boğazımda!

Noluyodu bana yaaaaaa! Gelenler geliyor birbirine eklenerek nerdeyse halay alayı halinde karşımda duruyorlardı!
………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….
Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım….. Bir martı gördüm……………………………………………………………………………

Evet, evet… Sinekler.. anlamaya başlamıştım! Derin bir nefes aldığımı fark ettim…. Kafatasımın içindeki dünya kadarlık olma …. Evvveeetttttt… anlamaya başladıııımmm…. Yaşamak şiiri…… evveeeetttttt…..

Sineklerle yaşamıştım yıllarca, beynimin içinde, zihnimde, duygularımda, düşüncelerimde…. Benliğimde… belki bir kaçını farketmiştim… oda çok acı verdiklerinden, çok kaşıntı yaptıklarında… ya acı vermeyenler, ya kaşıntı yapmayanlar… Peki…. Nolmuştu da onlarcası, yüzlercesi şimdi beni terk etmeye başlamışlardı! Yaşamayı mı seçmiştim tek bir soruyla!



Devamı »

KAPA ÇENENİ VE DİNLE!

0 yorum
Benim ilk kitabıma ilham veren, bizim ilk projemiz: "Zambezi nehrinin küçük dalgalanmaları" adında biz İtalyanlar'ın bir projesiydi. Zambiya insanlarına nasıl tarım yapacaklarını öğretecektik. Her neyse, Güney Zambiya'ya elimizde İtalyan tohumları ile inanılmaz güzellikteki Zambezi nehrinin aşağıya doğru aktığı vadiye vardık ve sonra yerel insanlara nasıl İtalyan domateslerini yetiştirebileceklerini öğrettik ve kabak ve... ve tabii ki yerel insanlar kesinlikle yaptığımız bu işle hiç ilgilenmediler, ardından gelip çalışmaları için ödeme yaptık ve bazı zamanlarda ortaya çıkmaya başladılar --Biz yerel insanlara şaşıp kalmıştık böyle güzel vadide, hiç tarımın olmamasına çok şaşırmıştık. Yerel insanlara "Neden hiç bir şey yetişmediğine" dair sormak yerine sadece: "Allah'a şükür, biz buradayız." dedik. --"Küçük bir zaman diliminde, Zambiya insanlarını açlıktan kurtarıyorduk"
Bunu denemeye batı Avustralya, Esperance'de başladım O zamanlar, doktoramı yapmaktaydım, 'Dayatma'(Patronizing) saçmalığından kaçış yolunu bulmaya çalışıyordumhani şu ne yapmanız gerektiğini söyleyen. Esperance'de ilk yılda yaptığım sadece sokaklarda yürümek oldu ve üç gün içinde ilk müşterimi kabul ettim, ilk kişiye yardım ettimbu kişi Maori'ydi(Yeni Zellanda yerlisi), garajındaki balık tütsülüyordu; bunu Perth'deki restoranlara satabilmesine yardım ettim, bi' düzen kurduk ve sonra başka bir balıkçı bana gelip dedi ki: "Maori'ye yardım eden sendin, değil mi? Bize de yardım eder misin?" Ve beş balıkçıya beraber çalışmaları üzerine yardım ettim ve yakaladıkları güzelim ton balığını Albany'deki konserve fabrikasına kilosu 60 cent'e satmak yerine; alıp bunları; sushi için Japonya'ya kilosu 15 dolardan vermenin yolunu bulduk. Çiftçiler benimle konuşup dediler ki:"Hey, sen onlara yardım ettin. Bize de yardımcı olur musun?" Bir yılda, 27 proje devam ettirdim, ve hükumet gelip bana sordu: "Bunu nasıl yaptın?" Nasıl yaptın bunu --?" Onlara dedim ki: "Ben çok, çok,çok zor bir şey yaptım" "Çenemi kapattım ve onları dinledim."
Füturistik bir dergide yıllar önce okuduğum çok hoş bir hikaye vardı. Bir grup uzman, toplanmış New York'un 1860'dan sonraki geleceği üzerine tartışıyorlar. 1860'da bir araya gelen, uzmanlar, 100 yıl sonra New York şehrine ne olacağı hakkında beyin fırtınası yapmış ve mütabık oldukları sonuç: New York şehri 100 yıl sonra olmayacak Neden? Çünkü baktıkları grafik diyor ki: Nüfus bu oranda artmaya devam ederse, New York etrafına bu nüfusu yerleştirmek için altı milyon ata ihtiyaçları olacak ve altı milyon atın oluşturacağı dışkı altından kalkılamayacak bir hal almış olacak. Zaten o dışkı içinde boğuldular. (Gülüşmeler) Yani 1860'da, insanlar sadece kirli teknolojiyi görmekteydiler bunun New York'un önünü keseceğini düşündüler.
Her neyse, girişimcilerle çalışmanın bir sırrı vardır. Öncelikle, onlara mahremiyet teklif etmek zorundasınız Aksi takdirde gelip sizinle konuşmayacaklardır. Sonra onlara kesinlikle adanmış, tutkuyla çalışmaya hazır olmalısınız ve ardından girişimcilik hakkındaki gerçeği onlara söylemek zorundasınız En küçük firmadan, en büyük şirkete kadar, üç şeyi gayet güzelce yapabiliyor olmalı: Fantastik olması gereken satılacak bir ürün, fantastik bir pazarlama yapmanız ve şahane finansal yönetime sahip olmanız gerekiyor. Bilin bakalım ne oldu? Henüz hiç bir insanoğlu ile tanışmadık ki yapıp, sattıktan sonra parasını kollayabilsinYok böyle birisi. O kişi daha doğmadı. Araştırıp durduk ve dünyanın 100 ikonik şirketini inceledik Carnegie, Westinghouse, Edison, Ford, bütün yeni şirketleri, Google, Yahoo. Bu tüm şirketleri dünyada başarılı kılan bir şey var ortak bir noktada buluştukları sadece tek bir şey: Hiçbirisi tek bir kişi tarafından başlatılmadı. Şimdilerde 16 yaşındakilere Northumberland'da girişimciliği öğretiyoruz ve derse başlarken Richard Branson'un otobiyografisinin ilk iki sayfasını onlara veriyoruz ve 16 yaşındakilerin görevi Richard Branson'un otobiyografisinin ilk iki sayfasında Richard kaç defa 'ben' kelimesini kullanmış ve kaç defa 'biz' kelimesini kullanmışsa altını çizmek. Hiç "Ben" kelimesini kullanmamış ve 32 defa "biz" kelimesini kullanmış Başladığında, yalnız değildi. Hiç kimse, yalnızken bir şirket kuramaz. Hiçbir kimse Öyleyse biz zümre oluşturabiliriz bir küçük iş tecrübesi olan kolaylaştırıcıların içinde bulunduğu kafelerde, barlarda oturan ve sizin adanmış arkadaşlarınız; size gidip, şu beyefendi için neler yaptıysa yapacak bu masalsı destanı anlatacak, "Neye ihtiyacın var?" diye size kim soracak "Ne yapabilirsiniz? Bunu başarabilir misiniz? Pekala, Satabilir misin? Paranı çekip çevirebilir misin?" -"Oh, hayır, Bunu yapamam." -"Bu iş için birini bulmamı ister misin?" Zümreleri harekete geçiriyoruz.'Teşebbüsü Basitleştirme'yi destekleyen gönüllülerden bir grup, kaynakları ve insanları bulmanıza yardım ediyor ve bir yerel insanların aklı ile bir mucize keşfettik ki: İnsanların kendi içindeki tutkuyu, enerjiyi ve hayal gücünü yakaladıkça kültürel ve ekonomik değişimi sağlayabilmeniz mümkündür.


Devamı »
 
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Kategoriler

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Günün Sözü

“Hayatının, yalnız sana ait olduğuna karar verdiğin gün senin dönüm noktandır. Özürler ya da bahaneler olmadan, dayanacak, güvenecek veya suçlayacak başka kimse de aramadan. Bu armağan senindir. Bu harika bir yolculuk ve onun kalitesinden sorumlu olan da sadece sensin.

İşte hayatın gerçekte o gün başlar.” - Bob Moawad


"Uzak ve imkansız gözüken bir şey, bir anda yakın ve mümkün olabilir" Tolstoy

Facebook Beğen

Share to Facebook Share to Twitter Stumble It Daha Fazla...

Ne Yapmalı?

Hürriyet

Bana Dair

"Hayat benim için bir mum değil. O, benim için sonraki nesillere devretmeden önce mümkün olduğu kadar parlak bir şekilde yakmak istediğim görkemli bir meşaledir!"
G.B. Shaw
Bana dair tek söyleyebileceğim şey "Evren Üniversitesi, Dünya Fakültesi, İnsan Olma Bölümünde halen öğrenci olduğum...
Ve en büyük isteğim: "Sevgi sarsın insanlığı!"

© 2010 Sen Ne İstiyorsun Betül? Design by Dzignine
In Collaboration with Edde SandsPingLebanese Girls