"KADERİM!" SE ÇEKERİM!?

11 Temmuz 2013
0 yorum

Hayat Zor!


Kurban olmak! Evet o dönemlerde  kurban olmuştum. Kurban olmak için her şeye sahip oluyor ve her şeyi yapıyordum.  Kurban olmak…. Kaçış… kendinden.. hayattan…. Başka? Hadi hadi boş verin bunları!

 
Kurban olmak, sorumluluktan kaçmakmış aslında. En azından benim için öyleymiş. Sizi bilemem (SİZİ, SİZDEN DAHA İYİ KİMSE BİLEMEZ!)  Burda şunu belirtmeliyim; kurban derken hani şu eski Türk filmlerindeki sahneler gelmesin gözünüzün önüne.  Yani bir şey olmuyorsa, yapamıyorsam, kötü şeyler başıma geliyorsa, anlaşmazlıklarım, yolunda gitmeyen şeylerim varsa v.s kendime ve etrafa kızgınlık, olaylara kızgınlık, sisteme kızgınlık, acizlik ve değersizlik duygusunu derinden  hissetmek;  ama her şeye layığım, bu benim hakkım! diyerek de tüm bunları görmezden gelmiş bir şekilde sadece nefes almaya devam etmek! Dedim ya insanın kendine yalanlarını anlaması (pardon) kabul etmesi kolay değil diye!
Kurban rolü aslında kolay olan yol! Kendini kendine duyurmak için kolay bir yol! Kendini kendine duyurmak. Yürek lazım, cesaret lazım, azim lazım, kararlılık lazım…..  Öyle ya, bu rolü bıraktığın an, başka bir roldesin! Bilmediğin bir rol! Bilinmezlik korkutuyor(muş).

İlk yaptığım şey ya da yapmaya çalıştığım; hayatımın sorumluluğuna EVET demek oldu! Böyle başladı bendeki değişimler (sanki). Değişim yolculuğuma ilk adımı atma aşamalarım; “tokat” bir, sorumluluğumu kabul etmek ise iki! Kapkaranlık bir orman düşünün, bir ev var burda… Evin içi de karanlık, içerde eşyalar, sandıklar… Her yer farkında bile olmadığım bir sürü BENle dolu! Her şey kilitli, yargılarla, düşüncelerle, korkularla! Onlarca.. Belki de yüzlerce! Kimbilir(di)!


En çok arkasına saklandığım paravanım ne yaşıyorsam bunun benim kaderim olduğuydu. Bilirsiniz işte; her yaşanılan olayda “ Evet, bu benim kaderim” diyerek Allah’ın yarattığı en yüce varlık olan “BEN”e ne çok hakarette bulunmuşum meğer.

Sorumluluklarıma EVET dedim, dedim de bu öyle kolay bir EVET ol(a)madı! Hatta hala zaman zaman EVET demekte zorlanıyorum, o zaman soruyorum kendime “bu sana ne söylüyor?” diye. Sorumluluk demek, seçimlerin sonuçlarına ve bu sonuçlarla yaşamaya EVET demek aslında! “ Darel Rutherford seçimlerimizle ilgili ne güzel bir söz söylemiş: “Hayat seçimlerden ibarettir ve seçim yapmak kişinin kendini keşfetme sürecinin bir parçasıdır”. Aynen öyle, her seçim aslında yeni bir yol gibi ve bu yolda insan kendine ait başka bir beni de keşfediyor.

Sorumluluklara EVET demek, seçimlere ve dolayısıyla yaşanılan hayata da EVET demek. Seçimlerim! Burda şu çelişkiye düşüyordum hep! Kendi kendime kurban rolümü oynarken “Ama bunu yapamazdım ki, O(nlar) bana izin vermedi ki!, O(nlar) yaptırmadı ki!, O(nlar) söylemedi ki!, O(nlar) uyarmadı ki!” (uzayıp giden bir liste), bir sürü bahaneyi bir kenara bırakabilmekti.  

Burda kolay olmayan şey EVET, “O” öyle yaptı, “BU” böyle yaptı da, tüm bunlar olurken ““BEN” ne yaptım?”! diyebilmekti. Tamam, diyelim ki tüm bunlar olurken bir şekilde izin verdim, küçüktüm, güçsüzdüm, çaresizdim, bilmiyordum. Veya her neyse!
Niye tamam ben bunu seçtim artık başka seçeneğim yok diyerek o minicik evi daha da daralttım, içine sıkıştırdım kendimi!? Bana huzursuzluğumu, mutsuzluğumu fısıldayan BEN’e niye kulaklarımı tıkamıştım? Ya da niye “ayyy ne kadar mutluyum, iyiyim” diye eller havaya modunda ordan oraya zıplayıp durmuştum!? “Nasılsın?” diye sorulduğunda “Nasıl olayım, iyi diyelim iyi olalım. Hayat zor ….. “ söylemine niye sürekli dalmayı tercih etmiştim!? Madem bir şeyler huzursuz ediyordu beni ve ben bunu fark etmiştim, niye bir şeyler yapmamıştım!?
Şikayetlerim ve sızlanmalarım dilime dolanan şarkı gibi niye benimleydiler!?
Devamı »

SUÇLU AYAĞA KALK!

08 Temmuz 2013
0 yorum
“Gerçekten ne istiyordum?

Anlamlandıramadığım, adlandıramadığım büyük bir boşluk hissediyordum sadece! Ve bu boşluğa doldurduğum bir sürü bahaneler, varsayımlar, inançlar, sözler vardı. Aslında gayet güzel bir işim, inişli çıkışlı da olsa (HERKES gibi) bir hayatım, sağlığım, kariyerim,…. Ama nedensiz bir şey! Sürekli “bu değil!, bu değil! diyen bir iç ses!
Ne istediğini bilmeden yaşamak! Bu nasıl bir şey? Olana razıymış gibi ama aslında razı ol(a)mamak… İçindeyken fark edilmeyen, ne zamanki dışına çıkıldı “vayyy!” dedirten bir durum.
Gerçekten ne istiyordum? Bu sorunun cevabı öyle hemen verilebilecek bir cevap değil!

Sonra öyle bir şey oldu ki; belki ufacık ama, bir kırılma noktası! “Her şey bir anda olmaz ama her şey AN!da olur” demiş Ausey. Evet, benim içinde böyle oldu. Çoğu kez her şey bir anda değişti diye başlayan hikayeler vardır! Ama benim için böyle olmadı. Belki de öyle olmuştur, ne önemi var ki şimdi… Hayat bir yol değil mi? Bu yolda her an aslında değişmiyor muyuz? Her karşılaştığımız insan (bizi üzse de sevindirse de), her yaşadığımız olay (iyi veya kötü) bizim için değil mi? Böylece her an değişmiyoruz? (Bu satırları okumadan 5 dakika önce şimdiki siz miydiniz!)

Nasıl yani, bana zarar veren, kızdıran, herkes ve her şey bana hizmet mi ediyor? O zamanlar buna cevabım “saçmalık, hayır elbette… “ idi. Hele birde hayatında her ne varsa sen seçiyorsun dendi mi, kalbim sıkışırdı kızgınlıktan! İnanması güç olsa da şimdi biliyorum ki; EVET her ne geldiyse başıma bunu BEN seçtiğim için geldi!

Her neyse… Her şey bir anda olmadı, bu bir yoldu ve benim yolumdu diyorduk! Bir gün değil ama birçok günlerden birinde BİRİ ( Ne bir dost, ne de akraba, bu soruyu bana yeni tanıştığım ama dobra olan  biri sordu! İyi ki de sormuş…O’na burdan teşekkürlerimi sunuyorum))  bana “sen hiç aynaya bakmıyor musun?” dedi. “Niye sordun ki?” diye cevapladım sorusunu. “Gözlerin her şeyi söylüyor. Mutluluk maskeni çıkar. Senin ve kızının sadece ve sadece mutluluğa ihtiyacı var. Kızının senden istediği sadece mutlu bir anne!”
“Senin mutlu Betül’e, kızının da mutlu bir anneye ihtiyacı var! Başka hiçbir şeye değil! Git aynaya bak!” Hala kulaklarımda çınlar bu ses. Şiddetli bir tokattı bu! Hem de çok şiddetli bir tokat. O dönem doktoramın tez aşamasında gece gündüz çalışan, bir yandan üniversite hocalığına devam eden ve hatta kızımın kreşinde de  ders veren bir anneydim! Mutluyum, iyiyim, her zaman değil ama genellikle her şey yolunda diye de dolanıyordum etrafta. Mutluluğun başarı olmadığını, para olmadığını, kariyer olmadığını iyi annelik yapmak olmadığını yani aslında sahip olduklarım olmadığını henüz bilmiyordum! Mutluluk benim için; başkalarının aferinleri, giydiğim kıyafetler, bindiğim araba, yaşadığım ev, gittiğim yerler, konuştuğum insanlara ………………………………………………………. bağlıydı! (MUTLULUK sizin için tam olarak  ne demek?)
Mutluluk deyince kısa bir öykü geldi aklıma, paylaşmak isterim. Yaşlı kedi, kuyruğuyla oynayan yavru kediye niye kuyruğunu kovaladığını sormuş. Yavru kedi “Bir kedi için en güzel şeyin mutluluk olduğunu ve mutluluğunda kuyruğum olduğunu söylediler, bu yüzden kuyruğumu kovalıyorum, yakaladığımda mutluluğa kavuşacağım” diye cevap vermiş. Ve sormuş yaşlı kediye “Gerçekten öyle mi? Mutluluk kuyruğumda mı?” Yaşlı kedi “Bende mutluluğun kuyruğumda olduğunu düşünüyordum. Ama ne zaman onu kovalasam benden uzaklaştığını gördüm,  kendi yoluma gittiğimde ise hep peşimden geldiğini!” diyerek cevaplamış!

Benim yolum neydi?

Sizin yolunuz ne?

Devamı »

YALAN SÖYLEDİM...

05 Temmuz 2013
0 yorum

Kendime yabancıymışım, yalancıymışım! 

İnsanın kendine yalancı olması… Aslında fark edilmesi en zor olan yalan bu olsa gerek. Karşısındakinin yalan söylediğini kaşından, gözünden, sesinden, duruşundan bir şekilde anlamaz mı insan?  Ama kendine yalanını fark etmek, daha doğrusu kabul etmek! Dikkat edin “kabul etmek” diyorum. Bilmek başka, kabul etmek başka bir şey Bilsen de, fark etsen de kabul etmek! Evet, ben bu konuda kendime yalancıyım! diyebilmek, yürek ister(miş)!
Gelecekten, “gelecek güzel olacak” derken bile her berbat şeyin beni bulacağına inanarak öyle ümitsizmişim ki aslında! Her şey beni bulur, hep benim başıma gelir diye düşünür ve hatta üstümde yağmur bulutuyla dolaştığıma bile inanırdım o sıralar. Olaylar öyle üst üste geliyordu ki! İsyan içindeydim. Sessiz, güçsüz ve çaresizce!

“Ve öyle bir gün geldi ki, sıkı bir gonca olup kalmak, çiçek olup açma riskinden daha acı vericiydi” (Anais Nin). İşte o tokat sıkı bir gonca olarak onca acıyla (bazen fark ettiğim bazen de yok olarak varsaydığım)  artık yaşayamayacağımı anlattı bana! KENDİME kör, sağır, dilsiz, ayaksız, elsiz biri gibiydim. Bir yandan da kendim dışında herkesin gözü, sesi, kulağı, ayağı, eli, bedeni ve hayatıydım!

İçimdeki kapıları açmıştım açmasına da, hepsine hala uzaktan ve korkuyla bakar haldeydim! “Kendine güven! Motivasyonunu yüksek tut! Her şey sende bitiyor! Gücünü fark et! Kendini fark et! Her şey kolay! Her şeyi sen seçiyorsun! (o sıralar en gıcık olduğum cümle)….. “ gibi oluşturabilecek bir sürü öğüt, öğreti, kitap ve eğitimle sarmalanmış halde “İYİ DE, TAMAM DA…  NASIL?” diye soran, şaşkın şaşkın etrafına bakan bir tip olarak yaşamaya devam ettim uzunca bir süre. 


Ben kendimi bilmeden, kendim olmadan tüm bunların somut bir şeyler yapmam da faydası olmadı ama tüm bunlar gün be gün bana çok şey kattılar. Sadece hep ne yapılması gerektiği vardı, sonuç vardı ama sonuca giderken nasıl yapılacağıyla ilgili bir şey yoktu benim için!

Bilmek ama yapamamak, olamamak! Her şeyi biliriz de, uygulamaya ve bildiğimizi “OL”maya gelince yabancılaşırız bildiğimiz her neyse! Bende o durumdaydım işte.

OLmak! Görünenin arkasındaki ÖZ”ü farketmek…… Mutlu olmak için önce MUTLULUK Olmak! Nasıl yani? Nasıl anlatılır ki bu, belki Goethe’nin şiiri bunu anlatmama yardımcı olabilir:

“Mülkiyet:
Biliyorum ki ben;
Ruhumdan akıp gelmek isteyen düşünceler dışında
Hiçbir şeye sahip değilim.
Biliyorum ki ben,
Tatlı bir sevgiyi, küçük bir sevinci tattığım anlar dışında,
Hiçbir şeye sahip değilim.”


Ne dersiniz? 
Devamı »

KENDİNE DOĞMAK

03 Temmuz 2013
1 yorum

Doğum sancısından beter geçen günler, haftalar, aylar, yıllar.. Doğum dediğin bir gün iki gün sancı çekersin acının en yoğun olduğu an vardır! Sonra bir nefesle tüm acılar biter! Büyük bir huzur, derin bir mutluluk… Ve dünyanın en değerli varlığını alırsın kucağına!

Doğum bana kolay geliyor şimdi! Günlerdir, aylardır, hatta yıllardır çekiyorum bu doğum sancısını! İnsanın dünyaya doğması kolay aslında. En zoru KENDİNE DOĞMAK! Kendine doğmak…. 

Önce yaşamadığımı fark ettim.  Yaşamanın anlamı o nefes al, ver olayı değilmiş! Nefes almak hayatı; istediğin hayatı çekmekmiş tüm hücrelerine.. kim ne der, ne yapar, nasıl tepki verir demeden.. korkusuzca nefes alarak.. tüm hücrelerine, hücrelerinin her bir milimine… Nefes almak… özgür olmakmış onca sınırların, engellerin, korkuların, seslerin içinde… Nefes almak, bütün olmakmış kendinle ve tüm yaradılmışlarla….

Ve nefes vermek… Aldığın her nefesin her zerresinin bedeninde, zihninde ve ruhunda huzur, sevgi, bütünlük ve varolmakla dolandığını bilerek yine bütüne geri vermek… Her nefes verişte bir sonraki adımda alacağın nefesin heyecanını hissetmek…


Kendime doğuyorum! Ve diyorum ki;

"Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum." Isaac Newton

Ve bunu yaparken;

"Başka birisinin sana (bana) çiçek getirmesini beklemeden,
 Kendi bahçeni (bahçemi) yarat(tım).
 Ve kendi ruhun(m)u kendin(m) süsle(dim).
 Göreceksin (Görüyorum) ki  dayanıklısın (dayanıklıyım), kuvvetlisin (kuvvetliyim)...

 Ve sen (BEN) çok Değerlisin (DEĞERLİYİM)..."   V.A.Shoffstol
Devamı »

İSTANBUL'UM... AŞKIM!

0 yorum

İstanbul'um.. Dostum, yoldaşım, özgürlüğüm, sırdaşım, gözyaşlarım, kahkahalarım, kim olduğumu cevapladığım Everest zirvesi, yalnızlığım, sevinçlerim, sevgilerim, hayata meydan okuyuşum, dirilişim,  gücüm, nefesim....... AŞKIM!

İstanbul… Akşam vakti geç saatte yorulmuş bir şekilde evine dönerken bindiğin vapurda gitar ve ney eşliğinde “Ayrılık, ammaaannn ayrılık… “ diye derinden ve içten gelen kadife gibi bir sesle insanı aniden keyiflendiriveren, mutlandıran, dinlendiren şehir….

Sonra… vapurun karaya yanaşması sırasında kapıya onca yığılmış insanın içinde, karaya adım attığın yerde koşuşturan insanların arasında her seferinde fark ettiğin ve her seferinde biraz üzüntü, biraz vayyy be haliyle seyrettiğin 5-6 yaşlarındaki (evet 5-6 yaş) erkek çocuk… Dalıp gittiğin dünyanda adımını atmana saniyeler varken, eline aldığı  2 teli kopmuş, tek teli çalışan OYUNCAK gitarıyla para kazanma peşinde olan küçük ama patron olan erkek çocuk…  İşte bu çocuk o ruh haliyle bir kahkaha attırabilir mi insana? Evet… Elbette evet… İstanbul…. Müşterilerine tek telli oyuncak gitarıyla resitaline başlamadan önce doğal bir ihtiyaç belirince napsın!? Minicik bir tahtanın üstüne oturduğu sahnesinden kalkar, yaklaşık 1 metre yakınındaki duvarın yanına gider, döner arkasını ve alelacele yapar çişini… Öyle ya zamansız gelmiştir bu çiş, müşteriler bi telaş vapurdan inmektedirler ve sahne boştur, koşar hemen ve alır eline gitarını… Gel de atma kahkaha… evet demiştim size! Atarsın kahkahayı ama bi gariptir bu kahkaha… sadece bi an… Bir sürü duygu belirir içine. Çocuk öyle ciddi yapıyordur ki işini, profesyonelce, son derece ciddi. Kimseyi umursamadan, elimdeki gitarın sadece tek teli çalışıyor, ben bununla çalamam demeden… elinde ne varsa sadece işine odaklanmıştır ve yapar… Ve kaç yaşındadır çocuk… Ve ne kadar doğaldır, ne kadar dingindir……. Bir sürü sorular başlar için için… Sordukça derine, derinleştikçe başka yerlere gider insan….

İşte tam bu haldeyken metro merdivenlerinden inmeye başlarsın yerin kaç kat derinine…. İçin garip, zihnin şaşkın… yerde misin, denizde mi?  Az önce martılarla özgür hissederken kendini yine bi anda ürperen içinle yerin kaç metre altına inmeye başlarsın… Sonra…. Sonra turnike yakınlarından uzaktan gelen bir ses alıverir  seni içine… Kimi zaman bir ud, kimi zaman bir ney, kimi zaman kanun sesi….. Bambaşka bir aleme geçiverirsin fark etmeden, koşuşturan insanların içinde.


İstanbul… Denizinde, havasında, insanında, martısında, kedisinde, yüncüsünde, simitçisinde, yöneticisinde, kadınında, yaşlısında, her şeyinde….. bir şey var… TANIMSIZ!” 



Devamı »

FARKINDALIK ÖZ BİLİNÇTİR!

29 Haziran 2013
0 yorum

KİM OLDUĞUNU BİLMEDEN KİM OLMAK İSTEYECEĞİNİ NERDEN BİLECEKSİN?

http://senneistiyorsunbetul.blogspot.com/2013/06/sen-zaten-ozgursun.html yazımda sorduğum "BEN KİMİM?" sorusunun cevabı BURDA!

Kendin hakkında sahip olmuş olduğun herhangi bir düşünce, ne kadar olumsuz yada olumlu olsa da senin kim olduğunu göstermez. Bu sadece bir düşüncedir.

Kim olduğun gerçeği ise düşünülemez. Çünkü, kim olduğun bütün düşüncelerin kaynağıdır. Kim olduğun gerçeği tanımlanamaz ya da adı konulamaz. Ruh, ışık, Tanrı, gerçek, benlik, bilinç, evrenin akli yada ilahi gibi kelimeler gerçeğe ulaşmış olmanın mutluluğunu çağrıştırma yeteneğine sahip olsa da senin gerçekte kim olduğunun enginliğinin tanımlanmasında çok yetersizdirler.

Kendini ne şekilde tanımlarsan tanımla: çocuk olarak ergen, anne, baba, yaşlı bir kişi, sağlıklı bir kişi, hasta kişi, acı çeken kişi veya aydınlanmış bir kişi olarak- daima, bütün bunların arkasında, Kim olduğun gerçeği vardır. Bu gerçek sana yabancı değildir. O kadar yakındır ki onun sen olduğuna inanamazsın. Ne olduğun gerçeğine, seni tanımlayan hiçbir kavramla ulaşılamaz, cahil veya aydın,  değersiz ya da muhteşem. Kim olduğun gerçeği bütün bunlardan özgürdür.  Sen zaten özgürsün ve bu özgürlüğü fark etmene engel olan şey kim olduğuna dair belirlediğin fikre bağımlılığındır. Bu düşünce, bu fikir, kim olduğun gerçeğinden seni alıkoyamaz. Sen zaten osun. Ama bu düşünce, senin kim olduğunun farkına varmanı engeller. Seni, dikkatini daima burada olana yönlendirmeye davet ediyorum kendi kendisinin farkına varılması için apaçık bekleyen şeye. Sen kimsin, gerçekten? Kafanda beliren herhangi bir görüntü müsün? Vücudunda beliren bazı hisler misin? Beden ve zihinden gecen bazı duygular mısın? Bir başkasının senin ne olduğunu söylediği misin? ya da başkasının senin ne olduğunu söylediği şeye karşı isyan mısın? Bunlar farkındalığı engelleyen birçok yollardan bazılarıdır.  Bütün bu tanımlamalar gelir ve giderler, doğar ve ölürler. Kim olduğun gerçeği gelip gitmez. Doğumdan önce, bir ömür boyunca ve ölümden sonra var olandır. Kim olduğunu keşfetmek, sadece mümkün olmakla kalmayıp o senin doğum hakkındır. Bu keşfin sana göre olmadığı şeklindeki düşünceler, şimdi zamanı değil, layık değilsin, hazır değilsin, sen zaten kim olduğunu biliyorsun, bunlar sadece zihnin aldatmacalarıdır. Bu BEN-düşüncesini incelemenin ve gerçekte ne geçerliliğinin olduğunu görmenin zamanıdır. Bu incelemede, bilinçli zekaya, ki bu sensin, sonunda kendi farkındalığına varması icin bir kapı vardır. Kendine sorabileceğin en önemli soru: Ben kimim? Bir şekilde, bu hayatının her aşaması boyunca dolaylı yollardan sorulmuş bir sorudur. Her etkinlik, ister bireysel olsun, ister kollektif, kökeninde kendi farkındalığını arayış güdüsüdür. Genelde, bu soruya olumlu bir yanıt ararsın ve olumsuz bir cevaptan kaçarsın. Bir kez bu soru belirginleşti mi sorunun hızı ve gücü gerçek cevap için arayışa yönlendirir, gerçek cevap sınırsız ve canlıdır ve durmadan derinleşen kavrama yeteneğiyle doludur.

Başarıyı da ve başarısızlığı da tattın. Belirli bir aşamadan sonra, er yada geç kim olduğunun tanımı ne olursa olsun fark edersin ki bu tanım tatmin edici değildir. Bu soruya, yalnızca geleneksel cevaplarla değil de, tam olarak cevap verilmediği sürece, sen hala cevabı bilmeye susayacaksın. Başkaları tarafından iyi de olsa kötü de olsa nasıl tanımlanmış olursan ol ve kendini nasıl tanımlamış olursan ol, bu önemsizdir, çünkü hiçbir tanım kalıcı kesinlik getiremez.  Bugüne kadar hiçbir cevabın bu soruyu tatmin etmediğini farkına vardığın an çok önemlidir. Bu an çoğu zaman manevi erginliğin anı olarak adlandırılır, manevi olgunluk anı. Bu noktada, gerçekten kim olduğunu bilinçli bir şekilde araştırabilirsin.

Gücü ve basitliğiyle Ben kimim sorusu? zihni, kişisel kimliğin köküne geri götürür, temel varsayım şu dur: Ben bir şahsiyetim. Otomatik olarak bu varsayımı gerçekmiş gibi kabullenmek yerine, daha derinlemesine araştırabilirsin. Bu "Ben bir şahsiyetim'' başlangıç düşüncesinin, her türlü stratejiye yol açtığını görmek zor değildir: daha iyi bir şahsiyet olmak, daha çok korunan bir şahsiyet, daha keyifli, daha rahat, daha kazançlı, başarılı bir şahsiyet. Ama bu en temel düşünce sorgulandığında, zihin, aradığı şeyden apayrı olduğu sanılan 'BEN'' Ie karşı karşıya gelir. Buna ÖZÜNÜ SORGULAMA denir.



Bu en temel soru olan: Ben kimim? sorusu en çok gözden kaçırılanıdır. 

Biz günlerimizin çoğunu kendimize ya da başkalarına önemli birisi olduğumuzu, önemsiz biri, büyük biri, küçük biri, genç biri, yaşlı biri olduğumuzu söyleyerek harcarız ve bu en temel varsayım hiç bir zaman doğru dürüst sorgulanmaz, Sen kimsin, gerçekten? Kim olduğunu nerden biliyorsun? Doğru mu bu? Gerçekten mi? Dikkatini ana soruya yönelttiğinde: Ben kimim? belki de senin yüz ve vücuduna sahip bir varlık göreceksin. Ama kim o varlığın farkında? Sen o nesne misin? yada o nesnenin farkında olan bilinç misin? O nesne gelir ve gider. Ebeveyn, çocuk, sevgili, terk edilmiş olan, aydınlanmış olan, zaferlerle dolu olan, yenilmiş olan da olsa. Tüm bu tanımlamalar gelir ve giderler. Bütün bu kimliklerin, tanımların bilinci ise hep varolur. Farkındalık söz konusu olduğunda kendini yanlış olarak, bir nesne gibi tanımlamak aşırı zevke veya kedere ve bitmez ızdırap döngülerine yol açar. Bu yanlış kimliğe bir son vermeye ve aslında senin, bu geçici tanımlar değil de, bilincin kendisi olduğunu doğrudan ve tamamen keşfetmeye istekli olduğunda, düşüncelerde, fikirlerde kendini arayış biter. Kim? sorusu masumca, olduğu gibi ta kaynağına kadar takip edildiğinde, muazzam ve şaşırtıcı olarak fark edilen şu dur ki: Orada tek başına bir varlık yoktur. Sadece tarif edilemez, sınırsız , diğer şeylerden ayrılamaz bir parça olarak kendini fark etme vardır. Özgürsün. Bütünsün. Sınırları olmayansın. Senin için hiçbir zemin, hiçbir kısıtlama yoktur.

Kendinde, kendin hakkında herhangi bir fikir belirir ve geri dönerek kendinin içinde kaybolur. Sen farkındalıksın ve farkındalık ÖZ bilinçtir. Tüm kimlik tanımlamalarını yok et bu ana ulaştığında. Bırak gitsinler ve geriye ne kaldığını gör. Hiç bir zaman doğmamış ve ölmeyecek olanı gör. Kendini tanımlamanın getirdiği yükten kurtulmanın ferahlığını hisset. Aslında yükün gerçek olmadığının tadına var. Var olan sevinci yaşa. 'Ben Fikri' ortaya çıkmadan önce olan, hakiki yapında ki sonsuz huzurda rahatla.

Ceviren: Harika Camalan



Devamı »

BÜYÜK OLMAKTAN NİYE BU KADAR KORKUYORSUN?

28 Haziran 2013
3 yorum

 Benden GÜÇ Aldı! 

Kaç gündür içimdeki sesi duymaz oldum. Sıkıldı galiba artık. Bu sabah içimde garip bir hisle uyandım. Garip, nasıl anlatayım bilemedim. Bu değil, yaşamak istediğim bu değil diyen. Oysa ki her şey ne kadarda normal ve olağan gözüküyor. Şimdi, BEN kendime sormaya başladım “Ne istiyorum?” diye.

İnce saz çalıyor www.fizy.com’da. İnce ince içimden gelen sızıyı anlatıyor. Çayda lazım şimdi buna… gidip bir koşu çayımı da koyayım. Hemmen geliyorum……

Eveeet.. Nerde kalmıştım, daha başlayamamıştım ki! İçimde dillenmek, harflere, cümlelere dökülmek isteyen duygular. Zihnimin orta yer,nde sersem sembelek dolaşırken nerden başlayacağımı bilmeden yazıyorum işte. Ne sitiyorum? Dediğimde hepsi bir köşeye saklanıyor. Bu kadar mı zor bir soru bu?!! Niye kaçıyorlar? Niye insan ne istediğini bilmekten bu kadar tırsar? Bilse ne olur? Yeşim geçenlerde sormuştu bana: BÜYÜK OLMAKTAN NİYE BU KADAR KORKUYORSUN?” diye!

Yaaa…… offff, ooffffff… Ne diyorum ben!! Ne şimdi bunlar? Kafamda sersem sembelek dolaşanların işi bu sanırım. Beni bir ordan oraya götürüp dolandırıp duruyorlar. Bir yandan da “kızım ne belanı arıyorsun?! Mis gibi işin, ne güzel hayatın var, sağlığın da yerinde….” Diye başlayan daimi ve tarihi nutkuna başlıyorlar.
Bak şimdi… İçimdeki o seste yeniden kıpırdamaya, yavaş yavaş yeniden ayağa kalmaya başladı! Benden güç aldı sanırım. Benden GÜÇ Aldı! Hııımmmm, vermesem almazdı, di mi? Bu gücü O’na BEN verdim demek ki! Demek ki bu soruyu soran bensem, diğer yanda konuşan kim? Evet, O KİM?...... BEN…… Ayyy yine delirdin kızım sen Betül! O’da SEN, BU’da SEN!.... Eeee sahi SEN KİMSİN? Diycem şimdi ve avazım çıktığı kadar da bağıracağım. Allaaaaaahhıııımmmmmmm………

İnsan olmak ne biçim bir şey! Anlaşılmaz, anlatılmaz, öğrenilmez, öğretilmez…. Doğdum, yaşıyorum, ölücem! İşte bu kadar (MI)? Doğdum işte, yaşıyorum da… İnsanyaşarken niye sorup duru kendine ya da BEN NİYE durup durup “NE İSTİYORSUN?”, “SEN KİMSİN?” ….. diye sormaya başladım! Niye sorup duruyorum bir sürü deli dümbek, onlarca cevabı olan ama  çoktan seçmeli cevapları olan soruları!
(Bi dakka.. Çay suyu kaynamıştır, çayı demleyip geliyorum……….. Bu arada fizzy’de “Gül dalında öten bülbülün olsa diye ne güzel söylüyor ince saz….)

 İçim coştu şimdi, bi şarkı, bi melodi… İnsan işte! Şimdi coşku, birazdan mutsuzluğun dibi, hüznün acı yüzü, Ferdi Tayfur’un feryatları, ağğğğğ…..

(Misss gibi çay kokusu sardı evi, sıcak sıcak, dost gibi, sırdaş gibi! Az sonra çayım hazır.)
Nerde kalmıştık…. Sahi SEN KİMSİN? de kalmıştık… Evet SAHİ BEN KİMİM? SEN KİMSİN?



Devamı »

YAŞAMAYI ÖĞRENDİM (Mİ? ACABA)

26 Haziran 2013
0 yorum

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum. Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.


Can Dündar
Devamı »

Candy Chang: Ölmeden önce ... istiyorum

25 Haziran 2013
0 yorum

New Orleans'taki mahallesinde, sanatçı ve TED Fellow Candy Chang, terk edilmiş bir evi devasa bir kara tahtaya çevirdi ve üzerine şu boşluk doldurma cümlesini yazdı: "Ölmeden önce _______  istiyorum." Komşularının şaşırtıcı, dokunaklı, komik cevapları toplum için beklenmeyen bir aynaya dönüştü. (Sizin cevabınız ne?)

Uygunsuz bir zamanda kapılarını çalmadan neler ödünç alabilirdik veya verebilirdik? Terk edilmiş binalarla ilgili anılarımızı nasıl paylaşabiliriz, böylece etrafımızı daha iyi anlayabiliriz? Boş dükkanlarımızın önleriyle ilgili umutlarımızı nasıl paylaşabiliriz ki yaşadığımız ortamlar ihtiyaçlarımızı ve hayallerimizi daha iyi yansıtsın?



Şimdi, New Orleans'ta yaşıyorum ve New Orleans'a aşığım. Yüzlerce yıldır aşıkları, sarhoşları ve hayalperestleri gizleyen devasa meşe ağaçları ruhumu okşuyor ve müziğe her zaman yer veren bir şehre güveniyorum. Sanki birileri her hapşırdığında bir geçit düzenleniyor. Dünyadaki en güzel mimarı yapılardan birkaçına sahip, ama aynı zamanda Amerika'daki en fazla sayıda terk edilmiş binaya sahip şehirlerden

Bu evin yakınında yaşıyorum ve onu mahallem için nasıl daha iyi bir yere çevirebilirim diye düşündüm, benim hayatımı sonsuza dek değiştiren bir şeyi daha düşündüm.

2009 yılında, çok sevdiğim birini kaybettim. Adı Joan'du, bana annelik yapmıştı ve ölümü ani oldu. Ölüm hakkında çok düşündüm ve bu beni sahip olduğum zaman için minnettar olmamı sağladı ve şimdi hayatımda anlamlı olan şeylere açıklık kazandırdı. Ama bu bakış açısını günlük yaşamımda sürdürmekte güçlük çekiyorum. Günlük koşuşturmalara kendimizi kaptırmak ve bizim için asıl önemli olanları unutmak kolaymış gibi geliyor.

Yeni ve eski arkadaşlarımın katkılarıyla, terk edilmiş evin bu yanını kocaman bir kara tahtaya çevirdim ve şu boşluk doldurma cümlesini yazdım: "Ölmeden önce ... istiyorum" Geçen herkes bir tebeşir alıp yaşamlarını yansıtabilir ve kişisel isteklerini ortak bir alanda paylaşabilirdi.

Bu deneyden ne bekleyeceğimi bilmiyordum, ama ertesi gün duvar tamamen doldurulmuştu ve gelişmeye devam etti. Bu duvara yazılandan bazılarını paylaşmak istiyorum.

"Ölmeden önce, korsanlıktan yargılanmak istiyorum." "Ölmeden önce Uluslararası Tarih Değiştirme Çizgisi'nin üzerine durmak istiyorum." "Ölmeden önce milyonların karşısında şarkı söylemek istiyorum." "Ölmeden önce bir ağaç dikmek istiyorum." "Ölmeden önce, elektrik ve su şebekesinden yararlanmadan kendi kendime yaşamak istiyorum." "Ölmeden önce, ona bir kere daha sarılmak istiyorum." "Ölmeden önce, birisinin kahramanı olmak istiyorum." "Ölmeden önce, tamamen kendim olmak istiyorum."

Böylece bu, gözden düşmüş yer, yapıcı bir yere dönüştü ve insanların umutları ve hayalleri beni güldürdü, ağlattı ve zor zamanlarımda telkin etti. Bu, yalnız olmadığınızla ilgili. Komşularımızı yeni ve aydınlatıcı açılardan anlamamızla ilgili. Aynı zamanda kendi yansımamızı görmek, bunun üzerinde düşünmek ve büyüyüp değişirken bizim için en önemli şeyleri hatırlamakla ilgili.

Bunu geçen yıl yaptım ve o zamandan beri kendi çevrelerinde bir duvar yapmak isteyen insanlardan yüzlerce mesaj aldım ve şehir merkezindeki meslektaşlarımla birlikte bir alet çantası hazırladım, artık Kazakistan, Güney Afrika, Avustrulya Arjantin gibi dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde duvarlar oluşturuldu. Birlikte, ortak alanlarımızın bir sese sahip olması için fırsat tanındığında ve birbirimizle paylaşma olanağı verildiğinde ne kadar güzlü olabileceğini gördük.

Sahip olduğumuz en önemli iki şey zaman ve insanlarla ilişkilerimiz. Artan dikkat dağıtıcılar çağında, bakış açısını korumak ve hayatın kısa ve kırılgan olduğunu hatırlamak her zamankinden daha önemli. Çoğunlukla ölümü konuşmaktan ve hatta düşünmekten caydırılıyoruz, ama ölüm için hazırlanmak yapabileceğiniz en güç verici iş. Ölümü düşünmek, hayatınıza açıklık kazandırıyor.

Paylaştığımız alanlar kişisel ve toplumsal olarak bizim için önemli olan şeyleri daha iyi yansıtabilir ve umutlarımızı, korkularımızı, hayallerimizi paylaşacak daha çok alana sahip oldukça, çevremizdeki insanlar bize sadece yardımcı olmayacak, daha iyi bir yaşama sahip olmamıza yol açacaklar. Teşekkür ederim.





Devamı »

2-KIRILMA NOKTASI

24 Haziran 2013
0 yorum

Sonra öyle bir şey oldu ki; belki ufacık ama, bir kırılma noktası!

“Gerçekten ne istiyordum?"

Anlamlandıramadığım, adlandıramadığım büyük bir boşluk hissediyordum sadece! Ve bu boşluğa doldurduğum bir sürü bahaneler, varsayımlar, inançlar, sözler vardı. Aslında gayet güzel bir işim, inişli çıkışlı da olsa (HERKES gibi) bir hayatım, sağlığım, kariyerim,…. Ama nedensiz bir şey! Sürekli “bu değil!, bu değil! diyen bir iç ses!

O zamanlar varlığını bildiğim ama tanışmadığım aslında karşılaşmaktan hep çekindiğim tarafım: İÇİMDEKİ YARGICIM! Her an iş başında olan yargıcım…. (Artık, kendisiyle dostuz (bu kolay olmasa da), “O” yine sabotajcı, ama BEN ne istediğini bilen o zamandan eser kalmamış biriyim ŞİMDİ!). (Siz ne istiyorsunuz?)

Ne istediğini bilmeden yaşamak! Bu nasıl bir şey? Olana razıymış gibi ama aslında razı ol(a)mamak… İçindeyken fark edilmeyen, ne zamanki dışına çıkıldı “vayyy!” dedirten bir durum.

Gerçekten ne istiyordum? Bu sorunun cevabı öyle hemen verilebilecek bir cevap değil! 

Sonra öyle bir şey oldu ki; belki ufacık ama, bir kırılma noktası! “Her şey bir anda olmaz ama her şey AN!da olur” demiş Ausey. Evet, benim içinde böyle oldu. Çoğu kez her şey bir anda değişti diye başlayan hikayeler vardır! Ama benim için böyle olmadı. Belki de öyle olmuştur, ne önemi var ki şimdi… Hayat bir yol değil mi? Bu yolda her an aslında değişmiyor muyuz? Her karşılaştığımız insan (bizi üzse de sevindirse de), her yaşadığımız olay (iyi veya kötü) bizim için değil mi? Böylece her an değişmiyoruz?


Nasıl yani, bana zarar veren, kızdıran, herkes ve her şey bana hizmet mi ediyor? O zamanlar buna cevabım “saçmalık, hayır elbette… “ idi. Hele birde hayatında her ne varsa sen seçiyorsun dendi mi, kalbim sıkışırdı kızgınlıktan! İnanması güç olsa da şimdi biliyorum ki; EVET her ne geldiyse başıma bunu BEN seçtiğim için geldi! 
Devamı »

(3) KOLAY DEĞİL!

0 yorum

BEN İNSANIM...


Her nefes karşılaştığım onlarca BENi görünce demir ve ağır kapılarımıı kapamayıp her birini BANA misafir etmek! Her birine saygı göstermek! Kolay değil. Kimi çocukluğumdan kalmış, kimi birinin bakışından, kimi bir sesten, kimi bir filmden, bir rüzgar esintisinden…. Kimi kırgın, kimi üzgün, kimi mutlu, hırslı, kıskanç, sevinçli, güçsüz, çaresiz, sevecen, umutlu….. Her birini kabul edip bir de saygı göstermek her birinin derinliklerindekini görmeye, duymaya ve hissetmeye gönüllü olmak. Ve bazen bunu yapmak istemeyeceğini hatta yapmayacağının özgürlüğünü de bilmek.

"BEN İNSANIM, BEN İNSANIM”  diyebilmek …. Kolay değil. İçin parça parça acı içinde yaşarken bir BENle diğer BEN’in sevincini duyumsayabilmek!

Çaresiz hissederken kendini yeni umutlar ekebilmek uçsuz, bucaksız ve kurak topraklara… KOLAY DEĞİL!
Yürekten gelen bir kahkahayı patlatırken bir yandan da kan sızıntısı gibi içine akan gözyaşlarının tadını hissedebilmek! Tatlı, tuzlu, acımtırak…. KOLAY DEĞİL!

Ağacın sadece ağaç olduğunu fark ederken insanın sadece insan olduğunu anlamaya çalışırken ama nasıl? diye debelenip durmak bir kısrak gibi…

Karıncanın sadece işini yaptığını gördüğünde kendi içinle ilgili görmek istemediklerini halının altına saklamak!

Gökyüzüne her baktığında hissettiğin o anlatılmaz duyguyla etrafına bakındığında gözlerdeki donukluğu kabul edebilmek…. KOLAY DEĞİL! 
Devamı »

YAŞAYAMADIKLARIMIN KAHRAMANI OLSAM!

0 yorum

2+2’nin 4 olduğunu bir türlü hesaplayamayan Profesör gibi!

Gecenin sessizliğinde sadece otobüsün uğultulu sesi vardı, bir de kısık sesle çalan radyodaki şarkı  “Sil baştan başlamak gerek bazen…..” Az önce sormuştum kendime “ne yapmak istiyorum ?” Sonra da  Allahım bana yardım et diye dua etmiştim 2+2’nin 4 olduğunu bir türlü hesaplayamayan Profesör gibi!

Bu şarkı bir cevap olabilir mi? Deliriyor muyum ben? Her şeye bu cevap mı diye anlamlar yüklemeye çalışıyorum. Normal miyim? Sıyırdım mı yoksa azıcık? Azıcık mı? Hahhaaaaa….

Hadi bakalım, buyur burdan yak! Soru: “ Sen ne istiyorsun Betül?” Bi şarkı çalmaya başlıyor: “ “Sil baştan başlamak gerek bazen ……” Tamam, kafayı sıyırdım azıcık, kabul ediyorum!

Silsem baştan ne olur? Hadi, hadi… cevapla bakalım bunu şimdi? Neyi silsem, niye silsem? Offf yaaaa yine ardı ardına başladım sormaya!

İçim ürperiyor.. biraz kızgınlık biraz yeter be hallerine giriverdim bak şimdi! Ne güzel işte, sil baştan, hadi Betül, sil baştan!  Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibiyim şu an ....................................................................

Yok, hayır… Hiçbir şeyi silmek istemiyorum ki ben! Niye sileyim ki? Yaşadıklarımdan yaşamadıklarıma köprü kursam mesela… Ya da yaşayamadıklarımın kahramanı olsam! Sonra da yaşadıklarımın kahramanı! Bak bu hoşuma gitti şimdi! İşte bu! Evet ya…. Ne istiyorsun? Sorusunun cevaplarından biri bu! Yaşadıklarım, yaşamadıklarım birlikte harman olsun, yeni tohumlara dönüşsün…..

Ohh be! Şu içten içe beni yiyen “Sen ne istiyorsun?” sesi var ya, galiba O’nunla oturup demli bir çay eşliğinde  cesurca ve şeffaf olarak sohbet etmeme çok az kaldı, içim umutlandı.

İçim umutlandı daaaaaaaa…. Of yine çekildim kaplumbağa gibi kabuğuma. Vaaayyyy bak şimdi ne çıkktı! Kaplumbağa….. Kaplumbağa ve ben… Yoksa….. yoksa…. Kaplumbağa  gibi mi yaşıyorum BEN! Ağır ağır ve ürkek adımlarla, korkunca içine çekilerek….

Baaaaakkk! Kaplumbağa mıyım BEN gerçekten! Şaşırıdm şimdi! Ağır ve ürkek bir kaplumbağa. Halbuki bende hızlı olduğumu düşünürdüm, kendimi hızlı bir zati muhterem oalrak tanırdım! Değil, valla değil! Yalan söylemişim kendime… AMAN ALLAHIIIIMMMMM, BEN BİR KAPLUMBAĞAYIM!



Bi şey mi buldum şimdi BEN?
Devamı »
 
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Kategoriler

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Günün Sözü

“Hayatının, yalnız sana ait olduğuna karar verdiğin gün senin dönüm noktandır. Özürler ya da bahaneler olmadan, dayanacak, güvenecek veya suçlayacak başka kimse de aramadan. Bu armağan senindir. Bu harika bir yolculuk ve onun kalitesinden sorumlu olan da sadece sensin.

İşte hayatın gerçekte o gün başlar.” - Bob Moawad


"Uzak ve imkansız gözüken bir şey, bir anda yakın ve mümkün olabilir" Tolstoy

Facebook Beğen

Share to Facebook Share to Twitter Stumble It Daha Fazla...

Ne Yapmalı?

Hürriyet

Bana Dair

"Hayat benim için bir mum değil. O, benim için sonraki nesillere devretmeden önce mümkün olduğu kadar parlak bir şekilde yakmak istediğim görkemli bir meşaledir!"
G.B. Shaw
Bana dair tek söyleyebileceğim şey "Evren Üniversitesi, Dünya Fakültesi, İnsan Olma Bölümünde halen öğrenci olduğum...
Ve en büyük isteğim: "Sevgi sarsın insanlığı!"

© 2010 Sen Ne İstiyorsun Betül? Design by Dzignine
In Collaboration with Edde SandsPingLebanese Girls